Mark Twain hiç çalışmamış

Mark Twain (1835-1910), yetmişinci yaş gününe birkaç gün kala New York Times’ta yayımlanan söyleşisinde itiraf etmiş: “Ömrümde tek bir gün bile çalışmadım. Her ne yaptımsa oyun olduğu için yaptım.”

Mark Twain’i çok severim. Çocukken en az kırk iki defa okuduğum Tom Sawyer’ın Maceraları’nın yazarının aslında bir mizah yazarı ve Amerikan kültürünün en saygın isimlerinden biri olduğunu fark ettiğimde, çok sevdiğim bir başka yazar olan Kurt Vonnegut’un ondan çok etkilendiğini duyduğumda çok şaşırmıştım. Mark Twain’in çalışma hayatıyla ilgili neler söylemiş olduğunu merak ederek biraz Google evreninde dolaştığımda bir söyleşiye denk geldim. “Bir Mizah Yazarının İtirafı” başlıklı bu söyleşiyi o yıllarda gazeteciyken sonradan senarist ve oyun yazarı olacak olan A. E. Thomas (1872-1947) yapmış. Söyleşi, 26 Kasım 1905’te New York Times’ta yayımlanmış. İlk kısmını İngilizceden çevirerek buraya alıyorum.


Mark Twain, Şükran Günü’nde yetmiş yaşını dolduracak ama hayatında tek bir gün bile çalışmamış. Yaşadığı müddetçe kentteki meskeni olacak New York’taki eski tarz görkemli evinin, geniş ve sevimli odalarının birinde otururken bana böyle söyledi. Konuşmaya başladığımızda bu beklenmedik cümle dudaklarından döküldü, üstüne basa basa tekrar ediyordu:

“Ömrümde tek bir gün çalışmadım”

“Hayır efendim, ömrümde tek bir gün bile çalışmadım. Her ne yaptımsa oyun olduğu için yaptım. Eğer iş olsaydı, yapmazdım. Şunu kim demişti: ‘Ne mutlu işini bulmuş olana’?* Her kim dediyse, doğru demiş. Dikkat ediniz, ‘iş bulmuş’ demiyor; ‘işini bulmuş’ diyor. Bir insanın kendi işi gerçekten de ‘oyun’dur ve asla çalışmak filan değildir. Ne yazık başkasının işini bulmuş da kurtulamayacak olana. ‘Dünyanın en müthiş işçileri’ dediğimiz zaman, aslında en iyi oyun oynayanları kastederiz. Taşıdığı yorucu yükün altında inleyip terleyen kimseler, müthiş işler başarmayı umut edemezler. Ruhları, ellerinin ve bedenlerinin işleyişine karşı isyan etmekteyken nasıl yapabilirler ki bunu? Fiziksel ya da entelektüel köleliğin ürünü asla müthiş olamaz.”

Onu orada öylece dimdik ve erkeksi, bir kış günü öğleden sonrasının berrak, uzlaşmaz ışığında gördüğümde, Amerikan Mizahının Prensi’nin iyi, zorlu ve eğlenceli oyunlarla geçireceği daha pek çok yılı olduğunu düşündüm. Ona Amerikan Mizahının Efendisi demeyi düşünemem, zira Efendi deyince akla elden ayaktan düşmüş yaşlı biri geliyor, oysa Mark Twain hiç de öyle görünmüyor.

Bir New England çamı gibi dik ve özgür; gür ak saçları kaşlarının üzerine pervasızca düşüyor. İnce, titrek üst dudağını kaplayan koca sarkık bıyığı ağarmaya yüz tutmuş, gözleri hep berrak, önce dalgın sonra gerisinde şimşek gibi çakan düşüncelerin ateşiyle parlıyor, on binlerin hafızaları elverdiğince asla unutmayacağı sözcükler dudaklarından kasten yavaşça dökülüyorsa da yüzü kırışmamış, yanakları al al parlıyor, sadece gözlerinin çevresinde yetmiş yılın kazıdığı ispiyoncu kazayakları var – onu gören hiç kimse Mark Twain’in yaşlı olduğuna inanmaz. Yani Samuel L. Clemens’ın** son yaprağının düşmesine daha çok var.

“Yatakta çalışıyorum”

“Bugün beni ziyaret ettiğinize memnun oldum, bu vesileyle yataktan kalktım. Aslında yapacak çok önemli işlerim olduğunda yataktan kalkmamam gerek. Buna şaşırdınız, değil mi?”

Anlayamadığımı söylemek zorunda kaldım.

“Yani” dedi yavaşça, “fark ettim ki, ne zaman çalışmam gerekse…”

“Herhalde ‘oyun oynamanız gerekse’ demek istediniz” diye sözünü kestim.

“Tabii tabii; ama beylik sözcükleri kullanmaya mahkûmuz ve kafanızı karıştırmamak için öyle demeye devam edeceğim. Ne zaman çalışmam gerekse, gidip yatıyorum. Bu alışkanlığı bir süre önce bronşitim azdığı zaman edindim. Diyelim ki bronşit altı hafta sürüyor. İlk iki hafta pek bir şey yapamaz, anca öksürürsünüz. Kalan dört haftada ise yataktayken çalışabildiğimi, hal böyle olunca da yatakta çalışmanın hiç de fena olmadığını fark ettim.

Photo: Alvin Langdon Coburn (1882-1966), Public domain, via Wikimedia Commons

Bu öyle hoşuma gitti ki, iyileştikten sonra da devam ettim. Öyle çok avantajı var ki: Masada oturduğunuzda yaptığınız işle ilgili tam heyecana kapılmışken bir de bakmışsınız buhar kazanı ya da şömine ortalığı öyle ısıtmış ki, neredeyse ateşiniz çıkmış; veyahut kalorifer sönmüş donuyorsunuz, ya da biri ateşe bakmaya gelip dikkatinizi dağıtıyor ve aklınıza gelen fikri unutuveriyorsunuz.

Ben de yatağa giriyorum. Hem fazla çaba sarf etmeden sıcaklığı kontrol ediyorum hem de dikkatim dağılmadan çalışabiliyorum. Yatakta çalışmak tam bir mucize, hele de benim gibi içinizin kolayca ürperiverdiği o yaşlara gelmişseniz.”

O canlı dudaklardan dökülen ne tuhaf cümlelerdi bunlar. Mark Twain’le ilgili sizi ürpertecek tek şey, saçlarında olabilirdi, o da pırıl pırıl bir kasım sabahındaki gibi pek canlı, pek taze bir ürperişti.

“Çalışmak için yaratılmamışım”

“İyi de Bay Clemens” dedim, “çalışmak ve oyunla ilgili söyledikleriniz doğru olabilir ama pek çok kişi yayıncınız C. L. Webster & Co.’nun iflasından sonra borçlarını ödemek için üstlendiğiniz olağanüstü yükün ağır bir iş olduğunda hemfikir olacaktır.” Bay Clemens büyük bir ciddiyetle, “Hiç de değil” dedi. “Bütün yapmam gereken belli sayıda kitap yazmak ve birkaç yüz konferans vermekti. Ülkenin bir ucundan öbür ucuna yıllarca seyahat etmek, oradan oraya gitmek, kötü otellerde kalmak gibi dertler, vesaire – bunlar herkesin hayatta karşı karşıya kalabileceği meseleler. Kitaplarımı yayımlayacak kimseler, konferans turnelerimi ayarlayacak temsilciler, sözleşmeleri ve diğer yasal belgeleri hazırlayacak avukatlar – asıl işi yapanlar onlardı. Benim rolüm oyun oynamaktı. Eğer iş olsaydı yapmazdım. Ben çalışmak için yaratılmamışım, hiç yapmadım, şimdi de yapamam. Hiçbir faydasını göremiyorum.”


Mark Twain, 1905 yılında yetmişinci yaş gününde böyle konuşmuş. Yirminci yüzyılın başında Amerika’da da işler bugünkünden çok da farklı değilmiş anlaşılan. Halen aynı dertle devinip durmaktayız: İş bulmak kolay değil ama çalıştığımız işle bağ kuramamak da bir o kadar zor. “O iş”i aradığı halde sadece “iş” bulanlar bunu iyi anlayacaktır. Huckleberry Finn de çalışmamanın yollarını araştıran bir “incelikli hayta” değil miydi? Finn gibi bir karakteri dünya edebiyatına armağan eden büyük yazar Mark Twain, ömrünü oyun oynayarak geçirirken bundan para da kazanan şanslı kişilerden biriymiş.


* İngiliz yazar Thomas A. Carlyle’a (1795-1891) atfedilen bir söz.

** Mark Twain’in gerçek adı.