Kim derdi ki sahaf meraklısı eskiler gibi ben de kâğıttan bir dergi için efkârlanıp nostalji yazısı yazacağım. Bir karantina gününde evde eski Roll arşivimi düzenlemeye kalktım. Ardından bu tür toparlama eylemlerinden her zaman bekleneceği üzere sayfalar arasında kayboldum. Dünyanın bin bir yerinden müzisyenlerle derleme söyleşiler, yabancı dergilerden çeviriler, Türkiye’de kimsenin adını bile duymadığı albümlerin tanıtımları, şarkı sözü çevirileri, ciddi birer müzik dinleyicisi olan ama başka işlerle uğraşan kişilerin müzikle dertlerinin dökümleri, farklı isimlere “Bu çalan hangi şarkı?” diye sorulan blind (kör) testler, özgün sayfa ve kapak tasarımı… Roll dergisi 1996-2009 arasında çıkmış, belli bir bilinçle müzik dinleyen hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı pek güzel bir canlıydı.
Dünya analog bir çöldü
İlk kez 22. sayıyı (Ağustos 1998) satın almışım. Bilkent’te Roll‘u arkadaşların elinde gördüğümü, ama o zamanlar ağırlıklı olarak yerli müzik dinlediğim için derginin pek de dikkatimi çekmediğini hatırlıyorum. Hatta içindekileri anlamayacağımdan ya da albümleri bulamayacağımdan biraz çekinmiştim. Bilindiği üzere o devirde Spotify gibi platformlar yoktu. İnternet vardı ama müzik dinlenemezdi, çünkü geniş bant internet yoktu. Yahoo’dan İngilizce şarkıların sözlerini bulup okurduk, bu bile ne büyük nimetti. Zira internet öncesinde fotokopiyle çoğaltılmış şarkı sözlerini satın almışlığımız dahi vardı. Ben korsan karşıtı olduğum için cebimde olan üç kuruşla kaset alırdım. Ne kişisel CD çalarım ne de MP3 çalarım vardı. Aslında 1998’de kişisel MP3 çalar diye bir şey de yoktu. Dünya dijital devrim öncesinde analog bir çöldü. Yine de o ne güzel bir çöldü.
Dolayısıyla anaakım dışı bir yayında daha önce hiç duymadığım bir albümün tanıtımını okuyup da merak edersem, onu bulmak için dükkân dükkân dolaşmam gerekecekti. Öyle ki, akla takılan bir şarkının –örneğin bir filmde duymuşumdur, kimin söylediğini oradan buradan öğrenmişimdir çünkü henüz Shazam da yoktur– bulunduğu bir albüme bir yerde rastlamak mistik bir rastlantı olarak bireysel tarihlere kazınırdı. Bu yüzden Roll’dan öğrenip de bulup dinleyemediğim pek çok albüm olacaktı. Yine de bir kez aldıktan sonra dergiyi okumaktan büyük zevk almaya başladım çünkü söyleşilerde piyasanın dayattığı şeyler değil, daha samimi ya da matrak şeyler sorulurdu. Şarkılardan söz ederken anılar anlatılırdı. Sokakta insanlara “Şu anda ne dinliyorsunuz?” sorusu sorulan bir bölümü vardı. Roll ekibinden biri karşıma dikilirse bu soruya ne cevap vereceğimi düşünüp gülerdim, çünkü 2000’lerin başında benim kulaklarım da sünger gibi her şeyi çekmekteydi (halen de böyle): Bob Dylan, Beyoncé, Bayhan, Dave Matthews Band, Pamela, Göksel, Duman, Nirvana, Patti Smith, R.E.M., Kanye West… Olsa olsa ancak Roll’un kapağında yer alabilecek bir kolaj değil miydi bu?

Gayet iyi hatırlıyorum, 22. sayı, kapağında Teoman’ı gördüğüm için ilgimi çekmişti. Üstadın o yıl ikinci albümü O henüz çıkmış. Nedense Teoman’ın bu söyleşideki şu veciz ifadesinin altını çizmişim: “Teenage kızların dinlediği bir herif olmak istemiyorum. İdollerim öyle herifler değil çünkü. Take That değil ki benim idolüm, ben istiyorum ki Leonard Cohen gibi bir herif olayım 40-50 yaşıma geldiğimde… (gülüyor)”* Dehşetle fark ediyorum ki geçen yaklaşık 23 yıl içinde Teoman, Leonard Cohen gibi bir herif olamadığı gibi Türkiye de berbat bir yer oldu. Çok geçmedi, üçüncü albümünden sonra Teoman dinlemeyi bıraktım. Ama Roll’u yurtdışında olduğum dönem hariç son sayısına kadar hiç bırakmadım.
Müzik olmasaydı sıkıntıdan patlardık
Kapanmasının üzerinden bile neredeyse on iki yıl geçmiş. Belki Roll’da kendine özgü seçkinci bir bakış vardı ama derginin istediğin her şeyi dinlemeyi meşru kılan bir ruhu da vardı. Türden bağımsız, müziksevere iyi gelen, yerelden dünyaya, doğudan batıya, sokaktan konser salonuna, nefes aldığımız şu hayatın her unsuruna dair coşkulu bir ruhtu bu. Ne var ki bu ruhun da bir sonu vardı. Ekipten Yücel Göktürk şöyle demiş: “100. sayıdan itibaren Roll’u noktalayalım diye konuşmaya başlamıştık. Hatta ‘111’ güzel bir rakam olarak geliyordu, son rakam 111 olsun diye. Fakat 144’e kadar geldik çünkü bir yandan da kıyamıyorduk. Ama ister istemez hoşlanmadığımız bir profesyonelliğe kayıyordu.”** 144. sayıyı açınca derginin bir daha çıkmayacağını ben de öğrenmiştim: “13 yıl önce bu mevsimde şeytana uyduk. Uyunca da, baktık olmazsa olmayacak, zaten olmuş olmayacak olan, ‘olan oldu bir defa, bari hepimize yarasın’ deyip yola çıktık. 13 yıl önceki kasım ayının ilk günlerinden bu yana 144 defa buluştuk – altı da ‘özel’i, toplam 150. Yaradı valla. Hepimize yaradı. Ya şeytana uymasaydık? George Harrison, ‘Beatles olmasaydı dünya sıkıntıdan patlardı’ demiş. Doğru. Şu da doğru: Roll olmasaydı sen-ben-o sıkıntıdan patlardık. Vedalaşırken gözlerinden öpelim Léo Ferré’yi: Tenk yu şeytan! Bize Roll’u verdiğin için.”***
Bunu okuyunca önce inanamamış, hatta içimden “İyi halt ettiniz” demiştim. İyi dönemlerinde her türlü dağıtım sorununa rağmen ayda dört-beş bin satış rakamını yakalamış kaliteli bir müzik dergisinin okuru olarak acaba bu kararı almadan önce bana sormanız gerekmez miydi? Şaka bir yana, Türkiye’de uzun soluklu olması çok zor olan her güzel şey gibi bu da bitmişti. 2008 krizi Roll’un kapanmasına neden olmuştu. Ekibin amatör ruhla yapmak için çabaladığı bir iş, kim bilir benim gibi kaç okuru kendi dünyasına çekmişti. Bugün anlıyorum ki, aslında sorulması gereken soru, derginin neden sona erdiği değil, nasıl olup da on üç yıl sürebildiğiydi. Bugün Roll hâlâ çıkıyor olsaydı, Spotify-Apple Music-Deezer-YouTube çağında genç okuru yakalayıp onlar için bir anlam evreni üretebilir miydi? Bir grup insanın müziğe ve şarkılara tutkulu bakışlarıyla şekillenen bir dergi, yapay zekânın kilitlediği yankı odalarından bizi çıkarabilir miydi? Bugünün dijital hızına erişebilir miydi? Bu sorulara cevap vermek zor görünüyor. Yine de eksikliğini hissetmediğimi sansam da eski sayılara bakınca içim özlemle doldu.

Roll da pek çok şey gibi hem eski Türkiye’nin hem de dijital devrim öncesi dünyanın bir ürünü olarak tarihe karıştı. Bu yazı için Spotify’da derginin 116. sayısında (Mart 2007) yer alan “aşk şarkıları” seçimini playlist haline getirdim. Buradan dinleyebilirsiniz. Dergideki listeden Spotify arşivinde olmayan sadece üç şarkıya erişemedim. Bunların yerine 1) Sandy Posey’nin başka bir aşk şarkısını, 2) “Çok Ağladım” tangosunun Şecaattin Tanyerli yorumu yerine Şevval Sam yorumunu, 3) Donovan’ın başka bir aşk şarkısını koydum. Dijital devrim sayesinde artık Roll şarkılarının peşinde koşarak dükkânları arşınlamama gerek yok. Ama artık Roll da yok. Elimizde sadece Spotify’ın haftalık keşfet listesi kaldı.
Derginin çekirdek ekibi halen üretmeye devam ediyor ve belli periyotlarda 1+1 Express dergisini çıkarıyor, ayrıca online bir platformu da var. Burada bazen Roll‘dan eski yazılara yer veriliyor. Kendi tarihçeleri buradan okunabilir. İlk Express’e yetişememiştim ama Roll’dan ötürü Post-Express’i ve devamında gelen Express‘i yıllarca takip ettim. Bir süredir Türkiye’nin geleceğine dair umutsuzluğumdan ötürü siyasi yazı ve dergi okumayı bıraktım. Ekibi öncelikle Roll’dan tanıyan ve Express çizgisine sonradan geçen biri olarak raflarımda tozlansa da asaletinden bir şey yitirmemiş olan Roll’lara bu mini ağıtı yakmayı borç bildim. Arşivi içeren site maalesef ölmüş ama derginin eski sayılarını sahaflardan bulabilirsiniz.
Bir teşekkür de benden gelsin: Tenk yu şeytan, bize müziği verdiğin için.

Girişteki görsel: Roll‘un son sekiz sayısı.
* Söyleşi: Derya Bengi, “Teoman: Ne Topkapı ne Etiler”, Roll 22 Ağustos 1998, s. 42-44.
** “Bir artı Bir kaç eder?” NTV, 2 Mart 2010.
*** “Roll is over”, Roll 144 Kasım 2009, s. 3.