Avrupa’da bir Ankaralı: Ezhel

Yıllardan 2018’di. Kadıköy’de dolanırken dev bir graffiti gördüm. O yazın başında hem kentlerin duvarlarında hem de sosyal medyada “Free Ezhel” cümlesi dolanıyordu. Hip hop/trap sanatçısı Sercan İpekçioğlu, namıdiğer Ezhel (d. 1991) yani “aklı bir karış havada”; şarkılarında keyif verici maddeleri özendirdiği gerekçesiyle tutuklanmıştı. Yerli müziğin bu yükselen ruhunun çok sevildiğini biliyordum ama pek de iyi bir hip hop dinleyicisi sayılmayacağım için o tutuklanana dek şarkılarını pek bilmiyordum. O günden sonra daha dikkatle izlemeye başladım. Dava yazılı ve sosyal medyada konuşulurken, hip hop kültürünün önemli bir parçası olan graffiti’ler duvarlara işte o hayali işlemişti: “Ezhel’i serbest bırakın.” Ya da Ankaraca söylersek “Salın la bebeyi.”

Ezhel kısa süre cezaevinde kaldıktan sonra davadan beraat edecek, İstanbul Çağlayan Adliyesi’ni dolduran sevenleri o gün koridorları inletecekti. Adı artık kitlesini aşmıştı. Serbest kaldığında şöyle dedi: “Müzik ve sanat her zaman özgür kalmalı.”

“Benim Derdim” özel Vevo kaydı buradan izlenebilir.
Henüz başka platformlarda bu kayıt bulunmuyor.

Benim derdim bilmen, bilmen gerektiğinden
Anlatırım istersen elimden geldiğinden
Benim derdim bir ben değil de hepimizken

Bizi pavyona götür

Ezhel cezaevinden çıkıp müziğe geri dönerken, reggae’yle başladığı müzik hayatında Ankara’nın iddiasız mekânlarında onu dinleyen küçük kalabalıklarda yer alanlar geçmişi hatırlayarak iç geçiriyor, dinleyicileri katlanarak artıyordu. Her yeni şarkısı çalınmaya hazır hale geldiği anda Spotify Türkiye listelerine giriyor, konserlerinde kalabalıklar “Ezhel bizi pavyona götür!” diye haykırıyordu. Gerçek Türkiye’nin en gür sesli yıldızı oydu.

Hip hop, basit altyapıları, güçlü sözleri, onlarca alt türüyle artık dünyada bütünüyle anaakım bir müzik türü. Türkiye’de ilk öne çıkışı 1990’larda Avrupa’da yaşayan ikinci kuşak göçmen Türklerin şarkılarıyla olmuştu. Belki biraz daha milliyetçi, daha arabesk bir hikâye anlatıyordu o zamanlar. Sonra 2000’lerde yeni bir yerel dalga geldiyse de hip hop marjinal bir tür olarak kalmaya devam etti. O dönem Türkçe popun etkinliği halen sürüyordu. Şu an geldiğimiz noktada ise bu türde yeni çıkan isimleri veya şarkıların tümünü gözlerimiz kan çanağı olacak şekilde gece gündüz Spotify’ın başına otursak bile takip edemeyiz. Türe dair müthiş bir hareketlilik var ve Türkiye kendi özgün hip hop kültürünü yaratmış vaziyette. Dışarlıklı olanın yarattığı bu müzik, tıpkı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de anaakıma dönüştü.

Aslında Ezhel de dışarlıklıydı. Ankara’nın orta sınıf semti Cebeci’de doğmuş, –benim de mezun olduğum– namlı özel okulu TED Ankara Koleji’nde burslu okumuş, notları düşünce ayrılmak zorunda kalmıştı. Ailesi sayesinde müziğin içinde büyümüş, sonra o da kendini müziğe vermişti. Liseyi bitirememiş, bir yandan müzikle uğraşırken bir yandan da irili ufaklı işlerde çalışmıştı. Bilinmeyen semtleri ve yaşantıları diline doluyor, sahiplenip çiğniyor, sonra kelime zincirlerine dönüştürüyordu. Pek çok enstrümanı çalabiliyordu. Dinleyicisi her şarkısını ezbere biliyordu. Şarkıları milyonlarca kez dinleniyordu. Hip hop kültürü içinden gelenler dışında hiçbir popüler isimle bir araya gelmiyordu. Henüz üne kavuşmadan önce Türkiye’nin her yerini dolaşmış, küçük topluluklara konserler vermiş, kendi kitlesini oluşturmuştu. Bir plak şirketine bağlı değildi ve bunun için özel çaba sarf ediyordu. Onu televizyonlarda göremezdiniz. Bir gözünün üzerinde Neşet Ertaş’tan “Ah Yalan Dünya” dövmesi ile minik bir Ankara haritası vardı. İngilizce de söylerdi Almanca da, hatta Kürtçe de. Hem Ankaralıydı hem de Angaralı. Dünya yalan olsa da Ezhel’in aklı bir karış havada değil başındaydı. Ezhel yerli değil dünyalıydı. Bu yüzden yeni Türkiye’nin çeperindeydi.

Benim derdim ülkem

Nasıl oldu da 2013’ten sonra rejim iyiden iyiye değişirken genç bir isim cool İstanbul’dan değil de gariban Angara’dan yükseldi? Nasıl oldu da New York Times’ın yaptığı Avrupa’da takip edilecek isimler listesine girdi? Yeni rejim yirmi yılda İstanbul’dan çıkıp Ankara’yı işgal etmişken belki Beyoğlu ölmüştü ama anlaşılan Yüksel Caddesi ayakta kalmıştı.

Berlin.
Photo by Pixabay on Pexels.com

Sercan İpekçioğlu artık Berlin’de yaşıyor. Yaş durumundan ötürü onu hiç tanımıyorsanız en azından Can Dündar’la söyleşisini mutlaka izleyin. Neredeyse ayda bir yeni şarkı ve video üreten, kusursuz İngilizcesiyle röportaj veren, özel işlerin peşinde biri. Ankara’dan yükseldi, İstanbul’a geldi ama düzen onu bu ülkenin dışına itti. Geçtiğimiz haftalarda, Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde gözaltına alınan öğrencilerden biri “Benim derdim ülkem” diyerek Ezhel’in bir şarkısına selam çaktı. Pek çok yerli isim o sırada başını kuma gömmüştü, aralarında Boğaziçi mezunları da vardı. Bir avuç muhalif dışında ünlülerin sesi soluğu çıkmadı. Ezhel ise önce direniş hesabının canlı Instagram yayınına yazdığı notla, ardından Berlin’deki eylemlere verdiği destekle gündeme geldi. Boynunda kefiyesiyle Boğaziçili öğrencilere şöyle seslendi: “Güzel bir gelecek için hep beraber buradayız, hep beraber direneceğiz, hep beraber kazanacağız. Bir gün güzel günleri beraber göreceğiz, beraber kutlayacağız.”

Ezhel’i saldılar ama o bu ülkeye sığmadı. Büyük hayalleri olan ama geleceği şöyle ya da böyle çalınmış olan herkes bir gün buradan ayrılacak. Geriye kocaman bir çöl kalacak. Belli ki Ezhel Berlin’e de sığmayacak. Biz ise en yüksek perdeden haykırmaya devam edeceğiz: “Ezhel, bizi buradan götür.”


Girişteki görsel Ankara’dan: E4024, CC BY-SA 4.0 https://creativecommons.org/licenses/by-sa/4.0, via Wikimedia Commons

İkinci görsel “Benim Derdim” YouTube videosundan ekran fotoğrafı, yazar tarafından edit edildi.